Çin - Brezilya Yakınlaşması ve Küresel Güç Dengelerine Etkileri
Sedat LAÇİNER
“Her gece kendime soruyorum, neden bütün ülkeler ticaretlerini dolar destekli yapmak zorunda? Neden kendi para birimimizle ticaret yapamıyoruz?”
Lula da Silva
Brezilya Devlet Başkanı, Nisan 2023
Son bir ayda Çin’in başkenti Pekin, dünyanın en hareketli diplomatik merkezlerinden biri oluverdi… İspanya, Singapur, Malezya, Fransa ve Avrupa Birliği liderleri derken geçen hafta Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva da soluğu Pekin’de aldı. Çin liderinin Aralık’ta Arap Zirvesi ile başlayan ve Rusya’yı ziyaretiyle tamamlanan gezilerini de eklediğimizde Çin’in diplomasi alanında müthiş bir performans sergilediğini kabul etmeliyiz…
Tüm dünya Çin ile görüşmek istiyor… Çin de küresel alanda yeni ve daha güçlü bir rol için çok hevesli görünüyor… Kimi yorumculara göre Çin büyük oynuyor, ABD karşıtı bir kampın taşlarını döşüyor… Gerçekten öyle mi? Çin, yeni dönemin Sovyetler Birliği mi? Çin’in “barış meleği” pozu altında yapmak istediği yeni bir askeri blok oluşturmak mı? Brezilya’nın çiçeği burnunda lideri Lula’nın Çin ziyareti yeni oluşan siyasi ve askeri bloğun bir aşaması mı? Aşağıdaki yazımızda tüm bu sorulara yanıt bulmaya çalışacağız…
BREZİLYA VE ÇİN: İKİ DEV
Çin, dünyanın en kalabalık ülkesi; yaklaşık 1,5 milyar nüfusu var… Brezilya ise 215 milyon nüfuslu bir başka dev… İki ülke, devasa topraklara ve çok büyük ekonomilere sahipler. Brezilya toprakları, Latin Amerika’nın yüzde 47’sini kaplıyor ve bu haliyle Rusya, Kanada, Çin ve ABD’den sonra dünyanın en büyük beşinci ülkesi… GSMH hesaplarına göre ise Çin dünyanın en büyük ikinci ekonomisi iken Brezilya 12. sırada…
Brezilya, Çin için önemli bir ticaret ortağı. Başta tarım ürünleri ve mineraller olmak üzere Brezilya'nın Çin'e yaptığı ihracat, yaklaşık 90 milyar $ dolar. Bu rakam örneğin Fransa'nın Çin’e ihracatının üç katından daha fazla… Brezilya ihracatının neredeyse üçte biri Çin’e gidiyor. Çin’in Brezilya’nın ihracatındaki payı ABD’ninkinin üç, komşu Arjantin’inkininse sekiz misli daha büyüğü. Çin, Brezilya’dan yüklü miktarlarda ithalat yapıyor ve bu ithalatı uzun yıllar artırarak sürdürmek istiyor, çünkü Brezilya belli ürünlerde dünyanın en önemli hammadde satıcılarından biri, Çin’de bazı sektörler Brezilya’dan gelen hammaddeye bağımlı…
Küreselleşen dünyada yükselen ekonomisiyle kendine yeni bir yer arayan Çin, uzun süredir Brezilya ile ilgileniyordu. 2003-2010 yılları arasında Brezilya’da Luiz Inácio Lula da Silva Cumhurbaşkanıydı ve Lula da Çin ile yakınlaşmayı ajandasının tepesine yazmıştı. Nitekim Lula hem 2004’te hem de 2009’da Çin'i ziyaret etti. Lula’nın gezileri oldukça verimli geçti. 2004 gezisinde Lula’nın yanında yedi bakan, altı eyalet valisi ve 450'den fazla iş adamı vardı. Lula kalabalık heyetiyle birçok konuda ikili anlaşmaya imza attı, Çin’e Brezilya’nın kapılarını sonuna kadar açtı… Solcu Lula da Silva’nın da katkısıyla Çin, sadece beş yıl içinde Brezilya'nın en önemli ekonomik ortağı haline geldi… 2019'a kadar iki ülkenin yıllık ticareti 100 milyar dolar civarındaydı.
Brezilya’da Jair Bolsonaro’nun devlet başkanı olmasıyla birlikte ilişkiler heyecanını kaybetti ama tamamen kesilmedi, sadece büyüme hızı yavaşladı. Bolsonaro’nun iktidara gelmesinden sonra Brezilya dış politikasının temel yönü ABD ile siyasi uyum oldu. Bolsonaro ve Donald Trump arasındaki aşırı sağ ideolojik sinerji, küreselleşme ve komünizm karşıtlığında daha belirgin bir hal alırken ideolojik yakınlık ekonomik ilişkilere tahmin edildiği kadar yansımadı; Brezilya’nın Çin ile yatırım ve ticaret bağları devam etti, hatta büyüdü. Özetle, Bolsonaro’nun Çin’e karşı şüpheci yaklaşımı Çin’in Brezilya’yı tamamen satın almak istediği veya Covid’in Çin’den kaynaklandığı gibi spekülatif açıklamaları ve imalarıyla ilişkileri frenleyici bir etkide bulunduysa da Çin’in Brezilya pazarında büyümesini durduramadı. Lula da Silva’nın geçen yıl iktidara muhteşem dönüşü ise Brezilya’da pek çok şeyi değiştirdiği gibi Çin-Brezilya ilişkilerinin hızlanması için de umut oldu. Çin, bu fırsatı kaçırmamışa benziyor…
LULA’NIN PEKİN ZİYARETİ
Lula’nın Çin seyahati aslında Mart ayı sonunda planlanmıştı; seyahat sağlık sorunları nedeniyle 12-14 Nisan’a ertelendi. Lula, zatürre olmuştu ve Çin seyehati gibi uzun ve yorucu bir yola çıkamazdı… Ancak iki tarafın yeni bir tarih belirleme konusundaki aceleciliği , hem Çin’in hem de Brezilya'nın bu ziyarete verdiği önemi gösterdi. Belli ki tarafların yakınlaşma için acelesi büyüktü.
Emektar solcu Lula, 12 Nisan Çarşamba gecesi Şanghay’a indiğinde sadece Çin konusunda değil, Brezilya dış politikasının hemen her alanında yeni bir sayfa açmanın heyecanını duyuyordu. Lula, selefi Jair Bolsonaro’nun dört yıllık göreli izolasyonunun ardından Brezilya'yı dünya dengelerinde kilit bir oyuncu olarak yeniden konumlandırmak istediğini gizlemiyordu. Nitekim Lula, tüm dünyaya şöyle seslendi: “Brezilya'nın önemli dünya kararlarında yer almadığı zamanlar artık geçmişte kaldı. Anlamsız bir aradan sonra uluslararası arenaya Brezilya olarak geri döndük.”
Kalp kalbe karşıdır derler, Çin’in Devlet Başkanı Ji de Lula’dan farklı düşünmüyordu. Bu şartlar altında belki de Washington'u en çok eleştiren iki lider Lula ve Ji’nin Batı’ya karşı ülkelerini konumlandırmakta çok da zorlanmayacakları aşikardır.
Başkan Lula Pekin’de yoğun bir ziyaret programı takip ederken kendi partisi İşçi Partisi ülkesinde Lula’nın Brezilya-Çin ilişkilerini salt “ticaret ilişkisi olmaktan çıkarmayı” umduğunu, Çin ile ilişkilerin yeni dönemde bambaşka bir boyuta ulaşacağını açıkladı. Bunun anlamı Brezilya, Çin ile iktisadi işbirliğinin ötesine geçecek belki siyasi işbirliği, kimbilir belki de bir daha fazlasını arayacaktır.
ÇİN’DEN İLK TALEP: AMERİKAN ŞİRKETLERİNİN YERİNİ DOLDURUN
Lula’nın Pekin ziyaretinde Çin Devlet Başkanı Ji Jinping ile bir araya geldi. İki liderin görüşmeleri üç saatten uzun sürdü… Gerçekten uzun bir süre… Lula’nın Ji’den ilk talebi Çin’den Brezilya sanayisine yeni ve büyük yatırımlar yapması oldu. Çin yatırımlarının Brezilya için aciliyeti var, çünkü son dönemde Amerikalı firmalar birer birer Brezilya’yı terk ediyor. Dolayısıyla Brezilya ekonomisinde ciddi bir boşluk ve sarsılma oluşuyor. İşte Çin’den istenen bu boşluğu doldurması, Amerikalıların yerine geçmesi…
İyi bir solcu olarak Lula’nın bir diğer hedefi ülke sanayisini yenilemek ve büyütmek… Brezilya, yanlış politikalar sonucunda son 10 yılda yaklaşık bir milyon istihdam kaybetti. Brezilya ilk önce kaybedilen bir milyon kişilik istihdamı yerine koymalı, sonra da artıya geçecek ilave yatırımlara girişmeli… Yani Brezilya’nın muazzam bir sanayileşme atılımına ihtiyacı var. Bunun ise sadece yerli sermaye ile yapılabilmesi güç. Lula’nın politikaları kapitalist dünyayı endişelendirdiğinden Lula, yabancı sermayeyi Çin’de arıyor. Lula ile Ji’nin görüşmelerinin ardından Brezilya Maliye Bakanı Fernando Haddad gazetecilere verdiği demeçte, iki ülkenin ilişkilerinde “ileriye doğru bir sıçrama” planladıklarını söyledi. Haddad, “bu ziyaret Brezilya için yeni bir mücadeleyi, Çin'den doğrudan yatırım getirme mücadelesini başlatıyor” dedi.
Lula da, bakanı Haddad da bu konuda hayal kırıklığına uğramayacaklardır, Çin ayağına gelen bu fırsatı geri çevirmez. Ancak Çin’in de kendine göre kuralları var. Çin, Brezilya’ya istediğinden fazlasını da verebilir, ancak bunun için Brezilya’da kalıcı olmasını sağlayacak uzun vadeli taviz ve kolaylıklar talep edecektir. Uluslararası İlişkilerde ve ticarette kimse melek değildir, Çin de tıpkı ABD gibi çıkarına bakacaktır…
“TİCARETTE YUAN VE REAL KULLANALIM”
Çin - Brezilya işbirliğinin önemli bir ayağını da ulusal para birimleriyle ticaret oluşturuyor. Lula, Pekin ziyaretinin ilk gününde BRICS çerçevesinde kalkınmayı desteklemek için oluşturulan Yeni Kalkınma Bankası’nda doların küresel hakimiyetini eleştirdi… Lula, doların dünya ekonomisindeki hegemonyasını ve Batı kontrolündeki finans kurumlarının rolünü yerden yere vurduğunda salondan büyük alkış aldı. “Her gece kendime soruyorum, neden bütün ülkeler ticaretlerini dolar destekli yapmak zorunda? Bugün, bir ülke kendi para biriminde ihracat yapabilmek için dolar elde etmek zorunda. Neden kendi para birimimizle ticaret yapamıyoruz?” derken Lula’yı sanırım en çok Çinliler anlıyordu…
Bilindiği üzere bu yılın başlarında Çin ve Brezilya, ikili ticaret ve yatırımı kolaylaştıracak “yuan takas odası” düzenlemeleri oluşturmaya yönelik bir anlaşma imzalayarak doların hakimiyetini azaltmak için harekete geçmişlerdi. Mart 2023’te ise Brezilya ve Çin aralarındaki ticarette aracı para birimleri kullanmadan, dış alım satımı kendi para birimleriyle yapmak üzere anlaşmışlardı. Lula’nın en son ziyaretinde de benzeri görüşler dile getirildi. Anlaşmanın Çin - Brezilya ticaretini bir hayli kolaylaştırması ve artırması bekleniyor. Nitekim Çin ile derinleşen ekonomik bağlar Brezilya’nın iktisadi verilerine şimdiden yansımaya başladı bile; Çin yuanı Mart sonu itibariyle euroyu geçerek Brezilya döviz rezervlerindeki en önemli ikinci para birimi oldu.
UKRAYNA KONUSUNDA GÖRÜŞ BİRLİĞİ
Lula’nın siyasi konularda Batı’yla, özellikle de ABD’yle yıldızının barışmadığını söylemiştik. Lula liderliğindeki Brezilya’nın yeni dönemde Batı karşıtı politikalarda Çin ile iyi anlaşacağının ilk belirtileri bu ziyarette ortaya çıktı ve her iki lider de Ukrayna Savaşı konusunda ABD’ye meydan okurcasına bir tutum takındılar… Lula, ziyaretin hemen ardından yaptığı açıklamada savaşın sürmesinden dolayı Amerika’yı suçladı ve “Amerika’nın savaşı beslemeyi bırakmasına ve artık biraz da barış hakkında konuşmaya başlamasına ihtiyaç var” dedi. Lula’nın bu konuda Putin ve Rusya’ya dönük ciddi bir eleştiri getirmemesi ise dikkat çekiciydi.
Pekin’de yapılan zirvede iki liderin seçtiği kelimeler ve kullandıkları dil de Ukrayna konusunda aynı düşündüklerini gösteriyordu: İkisi de “savaş” ve “işgal” kelimelerini hiç kullanmadı, böylece Rusya’yı ziyadesiyle memnun ettiler, ABD’yi ise endişelendirdiler… Hem Brezilya hem de Çin, Ukrayna konusunda müzakerelerin tek çare olduğunun altını çizerken aslında Rusya’ya zaman kazandıracak ve işgali kalıcılaştıracak bir formülü savunuyorlardı.
Lula, sadece Ukrayna konusunda değil, Tayvan konusunda da Çin ile aynı çizgiyi benimsedi ve Tayvan da dahil olmak üzere Çin’in toprak bütünlüğüne saygı duyulması gerektiğini ısrarla söyledi. Bu tutum Çin tarafını çok mutlu etti, Lula Çin için bundan daha fazlasını yapamazdı… Brezilya böylece Tayvan konusunda ABD’yi desteklemeyeceğini, Çin’in yanında durduğunu açıkça göstermiş oldu…
Basına en son sızan Pentagon belgelerinden de anlaşılacağı üzere ABD bir süredir Brezilya’dan Ukrayna için silah istiyordu. Brezilya’nın güçlü bir uçak ve silah sanayi var ve Ukrayna’nın Rusya’ya karşı kullanabileceği pek çok araç ve mühimmat Brezilya’da mevcut… Ancak Brezilya, Washington’dan gelen bu talepleri ısrarla reddetti. Lula’nın son açıklamalarından da anlaşılıyor ki Brezilya bu tutumunu sürdürecek. Bundaki maksat ise hem önemli bir ticari ortak olan Rusya’yı kızdırmamak hem de Batı’ya karşı tavır koymak…
AMERİKA’YA MEYDAN OKUMA MI? ABD KORKMALI MI?
Brezilya liderinin bu üçüncü Çin gezisi, son derece kritik bir zamanda gerçekleşti… Dünya artık bambaşka bir yer, Lula’nın 2010’da cumhurbaşkanlığını bıraktığı gibi bir yer değil ve daha başka bir yer olmaya doğru hızla akıyor… Geldiğimiz noktayı şöylece özetleyebiliriz:
Çin, çok ağır bir pandemi dönemi geçirdi ve bir çok yönden diğer ülkelerden daha fazla hırpalandı… Pandemi herkes için, ama özellikle ABD ve Çin için çok öğretici oldu. Amerika, pandemi döneminde başta yarı iletkenler olmak üzere bir çok alanda Çin’e ve diğer ülkelere ne kadar bağımlı olduğunu gördü, bunun zorluklarını yaşadı… Amerika’nın bu süreçten aldığı ilk ders kritik sektörlerde hiçkimseye ama özellikle Çin’e bağımlı olmamak oldu…
Washington ikinci olarak, kendisinden Uzakdoğu’ya kayan sermaye ve yatırımların Çin’i hızla olası bir rakip haline getirdiğini gördü ve bunun dehşetiyle radikal yapısal önlemler almaya başladı…
Bu önlemlerin başındaysa uluslararası tedarik yollarını değiştirmek, Çin’i olabildiğince bu zincirin dışında tutmak geliyor… Amerika’da ve Kanada’da kurulmakta olan çip fabrikaları bu programın sadece iki parçası… Mümkünse fabrikalar, işletmeler Amerika’da kurulacak, değilse “dost ve müttefik ülkelerde”... Aynı ilkeye “dost ülkeler” de riayet edecekler, stratejik ihtiyaçlarını ya kendi ülkelerinde üretecekler ya da “dost ülkelerde”... Bunun en çarpıcı örneğini Avrupa’nın petrol ve gaz ihtiyacını bir yıldan daha kısa bir sürede Rusya’dan Amerika’ya kaydırmasında gördük… Eurostat’ın istatistiklerine göre AB’nin ham petrol ithalatında Rusya’nın yerini ABD aldı, gaz ithalatında ise ilk iki sıraya Norveç ve ABD yerleşti…
Amerika, hammadde kaynağı olan ülkelerde, ulaşım hatlarında ve nihai varış noktalarında Çin veya onunla bağlantılı bir ülke veya şirketin olmaması için kapsamlı bir planı devreye sokmuş görünüyor. Artık kritik ürünlerin parçalarının dahi Çin veya başka bir “hasım ülke”den gelmesine mümkün olduğunca izin verilmeyecek… En azından hedef böyle…
Amerika, sadece iktisadi alanda değil, siyasi alanda da önlemler alıyor; Uzakdoğu’da Japonya, Güney Kore, Tayvan ve Filipinlerle ortak askeri tatbikatlar, yeni üsler ve diğer önlemler Çin’in yakın kuşatmasını oluşturuyor… Pasifik’in güneyinde ise ABD, Birleşik Krallık, Avustralya ve Yeni Zelanda “AUKUS” adıyla bir tür ‘bölgesel NATO’ oluşturuyor… Tüm bu adımların kime karşı olduğunu ise herkes biliyor…
Washington, ekonomik, siyasi ve askeri gruplaşmanın ideolojik ve ilkesel temellerini ise tıpkı Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi demokrasi, özgürlük ve insan hakları üzerine kuruyor. Rusya ve Çin’in bu alanlardaki eksiklerini gayet iyi bilen Beyaz Saray, özgür dünya ile diktatörlükler karşıtlığını inşa etmeye çalışıyor. Amerikalıların bu konuda çok da zorlanmadığı açık; Çin’in Uygur Türkleri başta olmak üzere etnik ve dini azınlıklara karşı uygulamaları ideal olmaktan çok uzak… Aynı şekilde daha fazla hak ve özgürlük talep eden diğer Çin vatandaşları da ciddi baskı ve zorluklarla karşılaşıyorlar… Moskova da Pekin de muhalefeti sevmiyor ve muhalifleri zindanlara göndermekten çekinmiyor. Batı karşıtı gruplaşmanın belki de en zayıf noktasını burası oluşturuyor. Herkes Doğu ile Batı arasında bir savaş beklerken Doğu ülkeleri içinde kendi insanlarıyla çatışmalara düşebilir…
Amerika ve müttefiklerinin aldığı tüm bu önlem ve hazırlıklar haliyle Çin’i dehşete düşürüyor; o da çok geç olmadan etrafında oluşan siyasi, askeri ve iktisadi kuşatmayı kırmak, Amerikan planlarını işlevsiz kılmak istiyor.
Çin’i endişelendiren bir diğer gelişme ise Ukrayna Savaşı sonrasında beliren kutuplaşma… Putin’in hoyrat Ukrayna işgali Avrupa devletlerini adeta ABD’ye mecbur etti ve Batı bloku Soğuk Savaş’ta olduğundan bile daha kuvvetli bir şekilde konsolide olmaya başladı. Orta ve Doğu Avrupa devletlerinin, en son Finlandiya’nın NATO’ya üye oluşu binlerce kilometre uzaktaki Çin’i de korkutuyor… NATO tarihinin en diri ve güçlü zamanlarını yaşıyor ve Pasifik gibi uzak coğrafyalarda kendisine misyon belirlemesi ihtimali hiç de uzak değil…
İşte Çin, tüm bu korkular içinde kendince bazı önlemler alıyor… Önlemlerin başında ise dostlarını artırmak, düşmanlarını azaltmak geliyor… Rusya’nın Ukrayna’da yaptıkları aslında Çin’in de hoşuna gitmiyor, ancak Pekin şunu da çok iyi biliyor; eğer Rusya, Ukrayna Savaşı’nda başarılı olursa, Batı’yı Avrupa’da oyalamayı başaracaktır. Bu durumda Rus tehdidi karşısında sürekli önlem almak zorunda kalan Batı, Çin ile uğraşacak gücü kendinde bulamayacaktır. Çin, bu nedenle Ukrayna’nın işgalini kınamadı, bu nedenle Rusya’yı doğrudan suçlamadı… Ukrayna’yı ziyaret etmekten kaçınan Çin Devlet Başkanı Şi, daha geçen ay Moskova’ya uzun bir ziyaret yaptı. Çin, Ukrayna’da savaş uzasın istiyor, eğer savaş uzar ise Batı bloğundaki anlaşmazlıklar gün yüzüne çıkacaktır ve ABD’nin Avrupalı bazı müttefikleri sorgusuz sualsiz Washington'u izlemekten vaz geçeceklerdir. En azından Çin böyle umuyor. Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Çin ziyaretinde gösterdiği ABD karşıtı tavır, tam da Çinlilerin istediği bir şeydi… Çin'e yaptığı üç günlük devlet ziyaretinin ardından ABD müttefiki olmanın onun vassalı olmak anlamına gelmediğini söyleyen Macron, Avrupa’nın Amerika’dan ayrı ve bağımsız düşünceleri olması gerektiğini savunmuştu. Macron’un çıkışı Ukrayna Savaşı’nın başlangıcından beri Avrupa’da duyulan en sert çatlak ses ve pek çok yorumcu Macron’a yeni isimlerin katılma olasılığından bahsediyor. Ve herkes şunu kabul ediyor ki AB, Macron’un açıklamalarından sonra Tayvan konusunda ABD’ye tam destek vermekte zorlanacaktır. Çin, bundan sonraki süreçte Ukrayna’da savaşın uzamasını ve Batı blokunun uzayan zorluklar ve baş gösteren görüş ayrılıkları nedeniyle zayıflamasını umacaktır.
Özetle, ABD’ye karşı Çin’in ilk stratejisi Rusya’yı yanında tutmak, Ukrayna’da Rusya’nın ani ve ağır bir yenilgi almasına mani olmak… Ancak Çin de çok iyi biliyor ki Rusya artık bir süper güç değil, hatta birçok açılardan ‘büyük güç’ unsurlarını dahi bünyesinde taşımamakta… Bu nedenle Çin, küresel dengeyi sağlayabilmek adına farklı bölgelerde yeni dostlar ve müttefikler arıyor… Bunun için dış ticareti ve doğrudan yatırım gibi güçlü olduğu kartları kullanan Çin, zemin bulduğu yerlerde önce ekonomik sonra siyasi işbirliğine gidiyor… Çin’in son önlemi Brezilya gibi bölgesel ve küresel ağırlığı olan ama ABD ile ilişkilerinde sorunlar yaşayan ülkeleri yanına çekebilmek. Suudi Arabistan, İran, Malezya ve Endonezya da bu tür devletler arasında.
Çin’in farklı coğrafyalarda dostluklar kurma politikasında Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, İran, Endonezya ve Malezya gibi devletlerin farklı bir fonksiyonu da var. Saydığımız devletler ekonomik ve siyasi önemlerine ek olarak ağırlıklı olarak Müslüman nüfusa sahip olduklarından Çin’in Uygur Sorununda elini rahatlatacak devletler… Çin, halkı Müslüman devletlerle işbirliği yaparken içeride Müslümanlara eziyet ettiğini söylemek haliyle daha güç olacaktır. Çin bu sayede ABD ve AB’nin elinden bir kozu daha almış olacak.
ÇİN, ASKERİ BİR KUTUP MU KURUYOR?
Tüm bu anlatılanlarımızı birleştirdiğimizde Çin’in Batı karşıtı bir kutup oluşturmaya çalıştığı düşünülebilir… Ancak yaşanan tam olarak bu değil… Nitekim Çin’li siyasiler de ısrarla iki kutuplu değil, çok kutuplu bir dünya istediklerini ısrarla söylüyorlar… Yani yaptıklarını ABD’ye karşı yapmadıklarını, yeryüzünde birden çok kutup olduğunu ve ABD’nin de bu gerçeği tanıması gerektiğinin altını çiziyorlar…
Çin’in bu yaklaşımı Brezilya, Rusya ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin işine geliyor, çünkü bu devletler de Batı’nın kendilerini birer güç merkezi olarak tanımasını ve saygı duymasını bekliyorlar… İşin doğrusu günümüzde dünya, Soğuk Savaş yıllarındaki gibi sadece iki kutup ülkenin etrafında toplanacak bir güç dengesine sahip değil… 1990’lı yıllarda ABD “tek süper güç” unvanı ile tüm dünyaya neredeyse tek başına şekil vermişti… Ancak günümüz dünyası oldukça değişti ve ABD’nin veya başka tek bir gücün dünya düzeninin ihtiyaçlarını karşılaması zor görünüyor… Ian Bremmer, 2012 yılında yayımlanan “Her Millet Kendisi İçin” (Every Nation for Itself) adlı kitabında ABD’nin tek başına veya müttefikleriyle olsa bile küresel liderliğin gereklerini yerine getiremeyeceğini söylemiş, herkesin kendi başına olduğu bir dünyayı tasvir etmişti. Aslına bakılırsa Çin’in de istediği bu gerçeğin tanınması… Başka bir deyişle Çin, ABD ile aynı masaya oturup, kurulması gereken yeni dünya düzeninde pay sahibi olmak istiyor. Sadece Çin değil, Rusya da, Hindistan da, Suudi Arabistan da, Brezilya da aynı şeyi istiyorlar. Çin’in tek yaptığı kendisi gibi benzeri talebi olanları biraraya getirmek… Ancak ABD, bu talepleri de dünyanın geldiği yeni dengeyi de tanımak istemiyor, “süpergüç”lük koltuğundan inip, Çin gibi “sıradan” ülkelerin arasına oturmayı kabul etmiyor…
İşte bu tabloda Brezilya Devlet Başkanı Lula’nın Çin ziyareti oldukça önemliydi. Brezilya’nın ABD’ye veya genel olarak Batı’ya karşı siyasi veya askeri bir bloklaşma içinde yer alacağını düşünmüyorum. Brezilya’nın BRICS’e veya Çin’le yakınlaşmaya askeri bir boyuttan baktığı söylenemez. Elbette bu tür işbirliklerinin Brezilya’nın siyasi ve askeri sorunlarını çözmede katkısı olacaktır, ancak bu çabaları askeri bir blok oluşturma çabası olarak görmek doğru olmaz. Brezilya’nın niyeti sadece pazarlık gücünü yükseltmek, bölgesel liderliğinin tanınmasını sağlamak ve yaklaşan kaotik dünyada yalnız kalmamak… Brezilya’nın bir diğer beklentisi ise Çin’i ABD’ye karşı kullanarak yatırım ve ticaret ihtiyaçlarını karşılamak…
Daha önce sorduğumuz soruya dönecek olur isek; ABD’nin Çin için bugün korkması gerekmiyor belki ama dünya her geçen gün yönetilmesi daha güç bir hale geliyor… ABD ya bu gerçeği kabul edecek ve çok kutuplu dünyanın şartlarını yerine getirerek gücü Çin ve Brezilya gibi yükselen yeni güçlerle paylaşacak ya da tek süper güç olmanın gerektirdiği güce ulaşmaya çalışacak… Çin’in ne yapacağı az çok belli… Bu noktada asıl bilinmeyen ABD’nin tercihi ne yönde olacak… Yukarıda verdiğim ipuçları aslında Amerika’nın tercihi konusunda da bir fikir veriyor ama yine de herkes gibi ben de heyecanla ve aynı zamanda endişeyle bu tercihi bekliyorum…
Prof. Dr. Sedat LAÇİNER
Güncel Yazılar, 16 Nisan 2023
Sedat LAÇİNER: İlk orta-lise eğitimini Ankara Yenimahalle’de tamamladı. Lisans derecesini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden (Mektebi Mülkiye) alan Laçiner, henüz öğrenciyken Milliyet Gazetesi’nde gazeteciliğe başladı. Milliyet’te çeşitli yazı dizileri hazırlayan Sedat Laçiner, gazetenin Başbakanlık Muhabiriydi. Yüksek Lisans derecesini İngiltere’de Sheffield Üniversitesi’nden, doktorasını ise King’s College London (Londra Üniversitesi) alan Laçiner, 2001-2003 yıllarında Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde (ASAM) araştırmacı olarak çalıştı. 2004 yılında Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) kurucu başkanı olan Laçiner, başkanlık görevini 2011 yılına kadar sürdürdü. 2006 yılında Davos Economic Forum tarafından düzenlenen Young Global Leaders listesine “entelektüeller” dalında dahil edilen Laçiner 2011-2015 yılları arasında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörlüğü görevini yürüttü; 2010-2015 yılları arasında Star gazetesinde dış politika ve uluslararası güvenlik alanlarında düzenli olarak köşe yazıları yazdı; TRT’de her hafta yayınlanan ‘Açı’ adlı programda yaklaşık beş yıl boyunca yorumculuk yaptı. Laçiner, Çanakkale Üniversitesi, Bilkent Üniversitesi, Başkent Üniversitesi ve diğer kurumlarda Uluslararası İlişkiler dersleri verdi. Bir dönem İçişleri Bakanlığı ve Yükseköğretim Kurulu Başkan danışmanlığı da yapan Laçiner’in, Türkçe ve İngilizce olarak ulusal ve uluslararası alanda pek çok kitap ve makalesi bulunmaktadır.
Yazarın e-postası: sedatlaciner72@gmail.com
Yorumlar
Yorum Gönder