Batı Bloğu Dağılıyor mu? Atlantik İttifakı'nda Derin Çatlak

Sedat Laçiner

Yüzlerce yıldır küresel liderliğini sürdüren Batı bloğu, son yıllarda eşi benzeri görülmemiş bir sarsıntı yaşıyor. Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa arasındaki köklü ittifak anlayışı ortadan kalkıyor mu? Donald Trump ve "MAGA"cı ekibinin Avrupa Birliği'ni bir düşman olarak görmesi ve hatta onu parçalamak istemesi, bu soruları daha da yakıcı hale getiriyor. Bu makalede, Batı dünyasının geleceğine dair bu kritik soruların yanıtlarını arayacağız.


Popülist Amerikan Sağının Yükselişi ve Avrupa Algısı

Dünyanın en zengin ve güçlü ülkesi olan Amerika Birleşik Devletleri, savunmaya muazzam bütçeler ayırıyor. Şu anda bu gücü yöneten Donald Trump ve destekçilerini anlamak, geleceğe dair öngörülerde bulunmak için hayati önem taşıyor. Yeni Amerikan sağının, yani MAGA hareketinin belirgin özellikleri var: "Make America Great Again" yazılı kırmızı şapkaları, göçmenlere karşı derin bir tiksinti duymaları (ki Amerika'nın kendisi bir göçmen ülkesi olmasına rağmen), elit düşmanlığı (özellikle Harvard, Yale, MIT gibi prestijli üniversiteleri "solcu, komünist, vatan haini" olarak görmeleri) ve zenginlere yönelik vergi indirimleri ile gümrük vergilerini artırma takıntıları.

İlginç bir şekilde, bu düşmanlar listesinde Avrupa Birliği de yer alıyor. Trump yönetimi, Avrupalılara dosttan çok bir hasım gibi davranıyor; hatta Avrupalılar, Çin ve Rusya'nın gördüğü saygıyı bile göremiyorlar. Trump'ın zayıf gördüğünü aşağılama eğilimi, geleneksel olarak Amerika'nın en yakın müttefiki olan Avrupa Birliği'ne de uzanıyor. Oysa ki Avrupa Birliği, Batı kavramının çekirdeğini oluşturuyor ve Amerikalıların büyük kısmı (Trump'ın kendisi de dahil) Avrupalı göçmenlerin torunları.


"Önce Amerika" Düşüncesi ve Uluslararası Kuruluşlara Güvensizlik

MAGA ideolojisi, dış politikada ittifak sistemlerine inanmıyor ve "Önce Amerika" diyerek dünyanın geri kalanını pek umursamıyor. NATO, Birleşmiş Milletler, UNESCO, Dünya Sağlık Örgütü, Dünya Bankası, IMF gibi uluslararası kuruluşların hepsini Amerika'yı sömürmek için kurulmuş yapılar olarak görüyorlar. Bu nedenle Trump, Amerika'yı üyesi olduğu kuruluşlardan çıkarmayı veya konumunu zayıflatmayı hedefliyor. NATO içindeki Amerika'nın pozisyonu, kuruluşundan bu yana belki de hiç bu kadar zayıf olmamıştı.

Bu bakış açısı, Batı kavramını daraltarak Avrupa'yı Batı'nın dışında konumlandırmaya başlıyor. MAGA hareketi, Avrupa Birliği'nden derin bir hoşnutsuzluk, hatta öfke ve nefret duyuyor. Bu durum, Amerika ile Avrupa'nın ekonomi ve savunma gibi pek çok alanda birlikte yol almasını engelliyor. İngiltere şimdilik arafta kalmış gibi görünse de, Londra'nın Trumpçılarla ilişkileri de kusursuz değil.

Trump, defalarca Avrupa Birliği'nin Amerika'dan yararlanmak, sömürmek ve istismar etmek için kurulduğunu iddia etti. Başkan Yardımcısı JD Vance gibi isimler, Avrupalıları "temel değerlerden uzaklaşmakla" (Hristiyanlık, geleneksel aile, demokrasi, fikir hürriyeti gibi) suçladı. Vance'ın eleştirileri, Avrupa'nın aşırı sağcılara ve neonazilere karşı aldığı önlemleri hedef almasıyla dikkat çekti. Amerikan popüler sağı, Fox TV gibi kanallar aracılığıyla Avrupa'yı aşağılayan, Avrupalıları hantal, yavaş ve "organik bahçelerinde sonuçsuz vals yapan" insanlar olarak tasvir ediyor. Bu, Avrupalıların iklim ve çevre konularına olan hassasiyetini "ahmaklık" olarak gören bir zihniyeti yansıtıyor.


Ticaret Savaşları ve Böl-Yönet Stratejileri

Cumhuriyetçiler her zaman Avrupa'ya karşı bir şüphecilik beslemiş olsa da, Trump ile birlikte bu küçümseme derinleşerek aşağılamaya ve keskin bir kopuşa doğru evrildi. Trumpçılar, Avrupa'yı sırtlarında bir kambur, bir yük olarak görüyor ve daha fazla taşımak istemiyorlar. Bu Avrupa düşmanlığı sadece yöneticilerle sınırlı kalmıyor, yapılan anketler tabanda da karşılık bulduğunu gösteriyor.

Bu duygular kaçınılmaz olarak dış politikaya yansıyor. Avrupa, geleneksel olarak Amerika'nın müttefiki olsa da Trumpçılar Avrupa'ya ekonomik ve siyasi bir rakip gibi bakıyorlar. Ticaret görüşmelerindeki belirsizlik ve Trump'ın Avrupa ithalatına uyguladığı % 50'lik gümrük vergisi tehdidi, bu güvensizliği daha da derinleştiriyor. Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri'nin en büyük ticaret ortağı olmasına rağmen, Trump yönetimi Avrupa Birliği bürokrasisinin anlaşmalara engel çıkardığını savunuyor ve "tek tek gelin" diyerek Avrupa Birliği üyeleri arasına nifak sokmaya çalışıyor. Bu, açıkça bir "böl ve yönet" stratejisi olarak yorumlanabilir. Bir zamanlar Avrupa Birliği entegrasyonunu canı gönülden destekleyen Amerika, Trump döneminde Avrupa Birliği'ni dağıtmanın peşinde görünüyor.

Trump yönetimi, Almanya ve Romanya gibi Avrupa Birliği üyelerinde aşırı milliyetçi ve Avrupa Birliği karşıtı popülist partileri (örneğin Almanya'da neonazi ve Avrupa Birliği düşmanı AfD'yi) destekliyor. Hedefleri, beyaz üstünlükçü, ırkçı, aşırı milliyetçi, aşırı dinci ve göçmen karşıtı bir Avrupa yaratmak. Trump, Avrupa Birliği'ni yıkmayı adeta kişisel bir misyon edinmiş durumda.


İdeolojik Kopuş ve Yeni Bir Çağın Başlangıcı

Trump'ın Avrupa ulusal liderleriyle görüşmesine rağmen Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile görüşmeyi tercih etmemesi, bu yaklaşımın bir başka göstergesi. Trump, Avrupa ülkelerini sevdiğini ancak Avrupa Birliği'ni "Amerika'yı kazıklamak için kurulmuş" bir yapı olarak gördüğünü her fırsatta dile getiriyor. I. ve II. Dünya Savaşları'nda Avrupa'yı kurtardığına inanan Trump, Avrupalıların bunun için yeterince minnettar olmadığını ve bedelini ödemediğini düşünüyor. Ona göre, Avrupalılar bugün de savunma ihtiyaçlarını Amerika'ya karşılatıyor ve ticarette Amerika, Avrupa tarafından "soyuluyor".

Bu retoriğin Atlantik ittifakına kalıcı zarar vermesi muhtemel. Kanadalılar ve İngilizler, Amerika'dan gelen tehdit algısıyla Avrupa'ya yanaşmaya başlıyor. Londra, Trump döneminin geçici olmasını umut etse de, Ursula von der Leyen gibi liderler yeni bir çağda olduklarını ve artık eski ilişkilere dönüşün mümkün olmadığını savunuyorlar. Ona göre, Ukrayna savaşı bitse de Rusya ile ilişkiler düzelmeyecek, ticaret anlaşmaları yapılsa da her şey eskisi gibi olmayacak. Avrupa, bu yeni, daha düşmanca çağda kendi başının çaresine bakmalı ve yeni ortaklıklar aramalı. Bu yolda Kanada ve İngiltere, Avrupa'ya eşlik edebilecek ilk ortaklar gibi duruyor.

Mesele sadece ticaret ve savunma harcamaları değil; değişimin ideolojik kökenlerini görmek gerekiyor. Trump ve MAGA ekibi, Avrupa Birliği'nin temsil ettiği değerlere düşman. Trump'ın "Önce Amerika" derken adeta "dünyanın canı cehenneme" demesi, çokkültürlülüğe, ırksal ve dini çeşitliliğe karşı olması, kültürel çeşitliliği bir ihanet olarak görmesi, bu ideolojik ayrımın temelini oluşturuyor. Yeni Amerikan sağı, bir çeşit beyaz üstünlükçülükten yana; siyahilere, Hispaniklere ve diğer azınlıklara pozitif ayrımcılığa karşılar. Eşcinselliğe, çevreciliğe, azınlık haklarına karşı olmayı bir hayat felsefesi haline getirmiş durumdalar.

Avrupa Birliği ise, birbirinden farklı 27 ülkenin gönüllü birleşmesini temsil ediyor; azınlık haklarının, liberalizmin, özgürlüklerin, çevreciliğin, zayıf grupları korumanın savunucusu. Yani Trump neyi temsil ediyorsa, Avrupa Birliği onun tam zıddı bir sembol. Aralarındaki düşmanlık bu kadar bariz.

Elbette Avrupa'da da Trump gibi düşünenler var: Macaristan Başbakanı Orban, Fransa'da Le Pen, Almanya'da AfD gibi aşırı sağcı partiler. Trump, Avrupa'da bu Avrupa Birliği karşıtı sağ partilerin iktidara gelmesine yardımcı olmaya çalışıyor, beyaz üstünlükçü, Hristiyan milliyetçisi, göçmen karşıtı bir Avrupa kurmayı hedefliyor.

Avrupalılar, Trump'ın Rusya'nın Avrupa devletlerine saldırması durumunda yardım etmeyebileceği imasının tehlikesinin farkındalar. Bu nedenle, birkaç yıldır savunma harcamalarını hızlandırmaya başladılar. Beş yıl içinde Avrupa'nın (İngiltere ile birlikte) savunma harcamaları 1 trilyon doları bulacak ve muhtemelen Amerika'nın savunma harcamalarını aşacak. Trump'ın Avrupalıları daha çok silah almaya çağırması, Amerikan fabrikalarını beslemeyi amaçlasa da, Avrupa silah alımının büyük kısmını kendi üyelerinden yapmayı planlıyor. Eğer Avrupa'nın savunma harcamaları Amerika'yı geçerse, Amerika hala Batı'nın patronu kalabilecek mi? Avrupa devletleri Amerika'nın arkasında tespih gibi dizilecekler mi? Kısacası, Trump'ın Avrupa'ya düşmanca tavrı, Avrupa'nın Amerika'dan bağımsız kendi başına bir savunma gücü oluşturmasına yol açabilir; bu da Batı açısından büyük bir kopuş riskini barındırıyor.


Amerika'da Avrupa düşmanlığı büyüdüğü gibi, bu düşmanlık karşılıklı. Avrupa Birliği'nin en büyük 8 ülkesinde yapılan bir ankete göre, Avrupalıların yaklaşık yarısı Trump'ı Avrupa'nın düşmanı olarak görüyor. Ancak popülist aşırı sağcı Avrupalıların önemli bir kısmı ise Trump'ı ilham verici buluyor ve onun yolundan gitmek istiyor. Macaristan Başbakanı Orban'ın dediği gibi, Trump'ın seçilmesiyle aşırı sağcılar "meşru insanlar" haline geldi. Orban, Avrupa'da da "Make Europe Great Again" (MIGA) hareketini başlatmak istiyor; her ülkenin kendi meclisince yönetilmesini, göç karşıtlığını, İslam'a ve Müslümanlara düşmanlığı, hatta Ukrayna meselesinde Rusya'ya sempatiyi savunan bir Avrupa hedefliyor.

Bugün yaşananlar sadece ticari veya savunma bütçesi meseleleri değil, derin ideolojik ve siyasi farklara dayanıyor. Batı dünyası adeta çatır çatır ikiye bölünüyor ve bu, Batı'nın kendi iç mücadelesi anlamına geliyor. Bu süreçten hem Avrupa hem de Amerika zarar görecek gibi görünüyor ve işin kötü yanı, her iki kıtada da toplumsal çatışmalar ve kaotik mücadeleler yaşanabilir. Sizce bu ideolojik ayrışma Batı dünyasını nereye sürükleyecek?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İran ve Rusya: İnsansız Hava Araçlarıyla Gelen Dostluk

Putin - Kim Jong Un Görüşmesi ve Ukrayna Savaşı'nın Pasifik Üzerindeki Etkileri

Üniversiteleri ve Göçmenleri Trump Korkusu Sardı: Eyvah Trump Geliyor!