Amerika Birleşik Devletleri ve Çin Arasındaki Yeni Soğuk Savaş: Küresel Düzenin Yeniden Şekillenişi

Sedat Laçiner, PhD

Özet: Bu makale, Soğuk Savaş sonrası dönemde küresel güç dengesindeki değişimi ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) arasında tırmanan gerilimi "yeni bir soğuk savaş" olarak ele almaktadır. Eski dünya düzeninin lideri konumundaki ABD'nin bu rolü sürdürmekte zorlandığı ve Çin'in yükselen bir rakip olarak küresel patronluğa aday olduğu bu geçiş sürecinde, Donald Trump yönetiminin Çin'e yönelik agresif politikaları analiz edilmektedir. Ticaret savaşları, teknolojik kısıtlamalar ve öğrenci vizelerindeki kısıtlamalar gibi adımların olası sonuçları, küresel tedarik zincirleri üzerindeki etkileri, diplomatik maliyetleri ve ekonomik bağımlılıklar çerçevesinde değerlendirilmektedir. Makale, Trump yönetiminin Çin'den "ayrışma" (decoupling) stratejisinin, ABD'nin küresel yalnızlaşmasına ve doların rezerv para birimi konumunun sarsılmasına yol açabileceği uyarısında bulunmaktadır. Ayrıca, bu gerilimin ideolojik boyutları ve sıcak çatışma potansiyeli de tartışılmaktadır.


Anahtar Kelimeler: ABD-Çin ilişkileri, Soğuk Savaş, Küresel Düzen, Donald Trump, Ticaret Savaşları, Teknoloji Savaşı, İdeolojik Ayrışma, Küresel Tedarik Zinciri, Doların Konumu.


Giriş: Eski Düzen Yıkılıyor, Yeni Düzen Doğuyor mu?

Uluslararası sistem, tarihi boyunca sürekli bir dönüşüm ve yeniden yapılanma süreci içinde olmuştur. İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan ve Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) liderliğinde şekillenen liberal dünya düzeni, günümüzde ciddi sınamalarla karşı karşıyadır. Bu sınamaların en belirginlerinden biri, yükselen Çin Halk Cumhuriyeti'nin (ÇHC) küresel sahnede artan ekonomik ve jeopolitik etkisiyle ABD'nin liderlik pozisyonunun sorgulanmaya başlamasıdır. "Eski düzen yıkılıyor, yeni düzen henüz doğmadı" deyişi, bu geçiş dönemini çarpıcı bir şekilde özetlemektedir. Eski düzenin mimarı ve patronu olan ABD, küresel liderlik rolünü sürdürmekte zorlanırken, bu role en yakın aday olarak Çin öne çıkmaktadır.

ABD ile Çin arasındaki rekabet, Donald Trump'ın başkanlık döneminden çok önce de mevcuttu. Ancak Trump'ın gelişiyle birlikte bu rekabet, niteliksel olarak farklı bir boyuta taşınmış ve rahatlıkla "yoğun bir soğuk savaş" olarak adlandırılabilecek bir gerilime dönüşmüştür. Bu soğuk savaşın sıcak bir çatışmaya evrilipe evrilmeyeceği belirsizliğini korurken, her iki taraf da güç gösterileri, meydan okumalar ve kabaran bir rekabetle birbirine karşı konumlanmaktadır. Bu makale, Trump yönetiminin Çin'e yönelik "bağları koparma" (decoupling) stratejisini, bu stratejinin araçlarını ve olası sonuçlarını uluslararası ilişkiler disiplininin temel kavramları çerçevesinde inceleyecektir.


Trump Yönetiminin "Çin ile Bağları Koparma 2.0" Stratejisi

Donald Trump'ın dış politika yaklaşımının en belirgin özelliklerinden biri, Çin ile ekonomik, eğitimsel, ticari ve diğer bağları koparma yönündeki agresif hamleleri olmuştur. Bu strateji, Trump'ın ilk başkanlık döneminde "bağları koparma" olarak adlandırılırken, olası ikinci döneminde çok daha saldırgan ve agresif bir "bağları koparma 2.0" vizyonuyla sahaya dönmüştür. Bu yaklaşımın temelinde yatan hedefler, ABD'nin Çin'e olan bağımlılığını ortadan kaldırmak ve eş zamanlı olarak Çin'in küresel güçlenmesini engellemektir.

Trump yönetiminin Çin'e karşı uyguladığı önlemler, ticaret tarifelerinin rekor seviyelere çıkarılmasından Çinli öğrencilere yönelik vize kısıtlamalarına, kritik teknolojilerin (yarı iletkenler, havacılık parçaları vb.) Çin'e satışının yasaklanmasına kadar geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. Özellikle yüz binlerce Çinli üniversite öğrencisinin vizelerinin iptal edilmesi ve sınır dışı edilme korkusuyla yaşaması, bu stratejinin insani boyutunu gözler önüne sermektedir. Yetkililer, bu adımları "ulusal güvenlik meselesi" olarak gerekçelendirmekte, özellikle kritik alanlarda eğitim alan ve Çin Komünist Partisi ile bağı olduğu iddia edilen öğrencilerin ABD çıkarları için potansiyel tehdit oluşturduğunu belirtmektedirler. Ancak bu bağların nasıl tanımlanacağı ve kimin tehdit olacağı gibi konularda somut kriterler sunulmamaktadır. Trump'ın ilk başkanlık döneminde, basit bir ihbarın dahi sınır dışı edilmek için yeterli olabildiği, adeta bir "cadı avı"na dönüşen göçmen politikaları, bu bağlamda Çinli öğrencileri de hedef almıştır.

Eleştirmenler, bu yaklaşımın sert, ani, riskli ve potansiyel olarak ters tepebilecek nitelikte olduğunu savunmaktadırlar. Pandemi öncesinde 11.000'in üzerinde Amerikalı öğrencinin Çin'de eğitim gördüğü göz önüne alındığında, bu sayının şu anda 800'e düşmüş olması, ikili ilişkilerdeki gerilimin eğitim alanındaki somut bir yansımasıdır. Öte yandan, Çinli öğrenciler uzun süredir Amerikan üniversitelerinin en önemli finansal kaynaklarından birini oluşturmakta, araştırmalara kaynak sağlamakta ve laboratuvarlara yetenek katmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri'ndeki 270.000'den fazla Çinli öğrencinin varlığı, bu akışın kesilmesinin ABD'nin bilimsel ve araştırma kapasitesi üzerinde ciddi olumsuz etkiler yaratabileceği endişesini doğurmaktadır. MAGA destekçileri ise, Çinli öğrencilerin ABD'nin bilimsel sırlarını ve "know-how"ını kendi ülkelerine taşıdığı endişesini dile getirmektedirler.


Ticaret Savaşları ve Küresel Tedarik Zincirleri Üzerindeki Etkileri

ABD-Çin ilişkilerindeki soğuk savaşın en belirgin boyutlarından biri de ticaret savaşlarıdır. COVID-19 pandemisi boyunca dahi güçlü kalan ticaret ilişkileri, Trump yönetimiyle birlikte ciddi tehdit altına girmiştir. Nisan ayında Çin mallarına uygulanan %145'e varan gümrük tarifeleri ve Çin'in %125'i bulan misillemesi, küresel ekonomiyi derinden sarsma potansiyeli taşımaktadır. Her ne kadar bu tarifeler daha sonra %30'a kadar düşürülerek bir tür ateşkes sağlanmış ve müzakere süreci başlatılmış olsa da, ekonomistler bu tür karşılıklı yaptırımların küresel tedarik zincirlerini bozabileceği ve Amerikan halkı için fiyatların ciddi oranda yükselmesine neden olabileceği konusunda uyarıda bulunmaktadırlar.

Trump ve ekibi, bu stratejiyle Amerikan imalat sanayisini canlandırmayı ve üretimi ABD'ye geri getirmeyi hedeflediklerini iddia etmektedirler. Ancak şu ana kadar ABD'de yeni fabrikaların kurulduğuna dair somut bir gelişme gözlemlenmemiştir. Eleştirmenler, Çin'den "ayrışmanın" yalnızca müttefiklerle birlikte, kolektif bir stratejiyle gerçekleştirilebileceğini savunmaktadırlar. Oysa Trump yönetimi, bu konuda tek taraflı ve dikine gitmeyi tercih etmektedir.

Bu noktada, Avrupa Birliği'nin farklı bir yol izlemesi dikkat çekicidir. AB liderleri, "ayrışma" yerine yalnızca hassas sektörlerde Çin ile "risk azaltma" (de-risking) stratejisini benimsemişlerdir. Bu durum, onlarca yıldır Batı'yı karakterize eden ABD-Avrupa dış politika uyumunun çözülmeye başladığını göstermektedir. Daha da önemlisi, Trump'ın Çin'den ayrışma hedefiyle çıktığı bu yolda, sadece Çin'i değil, adeta tüm dünyayı hedef almasıdır. Biden dönemi, Vietnam, Tayland veya Hindistan gibi ülkeleri Çin'den ayırarak kendi yanına çekmeye çalışırken, Trump'ın herkese rekor düzeyde gümrük vergileri getirmesi, Çin gibi ülkelerin mağduriyetini artırmakta ve ABD'yi küresel sahnede yalnızlaştırma riskiyle karşı karşıya bırakmaktadır.


Diplomatik Maliyetler ve Ekonomik Bağımlılıkların Zorlukları

Eğitim değişim programları ve birebir ilişkiler, ABD ile Çin arasında uzun süredir gizli bir iletişim kanalı işlevi görmüştür. ABD'de eğitim gören Çinli öğrenciler, yakın zamana kadar iki ülke arasındaki ilişkileri güçlendiren ve güçlü bağlar oluşmasını sağlayan önemli unsurlar olarak kabul ediliyordu. Ancak bu bağların kopması, taraflar arasında güvensizliği artırmakta ve uluslararası ilişkiler uzmanları, bu tür kopuşların çoğu zaman sıcak çatışmanın ön belirtileri olduğunu hatırlatmaktadırlar.

ABD'nin 30-40 yıl boyunca düşük katma değerli imalatını Çin ve benzeri ülkelere taşıması, küreselleşmenin getirdiği derin bir entegrasyonu beraberinde getirmiştir. Tekstil gibi kaba üretimler "üçüncü dünya ülkelerine" aktarılırken, yüksek kar getiren teknoloji üretimi ve kalifiye işgücü gerektiren tasarım gibi işler ABD'de büyümüştür. Ancak bu süreçte Çin, hem nicelik hem de nitelik olarak üretim kapasitesini artırarak ABD'yi adım adım yakalamaya başlamıştır. Trump'ın küreselleşme sürecini tersine çevirme arzusu anlaşılabilir olsa da, ani, keskin ve çoğu zaman sonuçları düşünülmeden atılan adımlar, ABD ekonomisine büyük zararlar verme potansiyeli taşımaktadır.

Pek çok Amerikan firması Çin'de üretim yapmakta veya alt bileşenlerini Çin'den tedarik etmektedir. ABD'nin üretim ve tüketim ürünleri ithalatında Çin'in payı oldukça yüksek olup, bazı ürünlerde bu oran % 80'i aşmaktadır. Geçen yıl iki ülke arasındaki dış ticaret hacmi 600 milyar dolara yaklaşmıştır. Bu ticaretin üçte ikisi Çin'den yapılan ithalat olsa da, unutulmamalıdır ki ABD'nin Çin'den satın aldığı her şey nihai tüketim malı değildir; önemli bir kısmı üretimde kullanılan ara mallardır. Ayrıca, ithal edilen ürünlerin tamamı Çinli firmalardan değil, Amerikan firmalarının ürettikleri veya ürettirdikleri ürünlerdir. Böylesine devasa bir ikili ticarette gümrük vergilerini ticareti fiilen durduracak şekilde yükseltmek, ABD ekonomisine ciddi zarar verebilir. Nitekim, hem tüketici hem de üretici bazında Amerikan piyasalarında sızlanmalar başlamış ve yaz/sonbahar aylarında ciddi enflasyon etkisi görülebilir.

Ekonomik soğuk savaşın bir diğer boyutu ise Çin'in bazı kritik elementler ve parçalardaki üstünlüğüdür. Çin'in bu alanda ABD'ye ihracatı sınırlandırıcı veya yasaklayıcı önlemler almaya başlaması, Amerikan firmalarını zor durumda bırakabilir. Bu durum, Trump'ın yardımcılarının konuyu yeterince iyi incelemediklerine işaret etmektedir. Eğer Trump yönetimi bu yoldan gitmeye devam ederse, ABD belki Çin'e olan bağımlılığını azaltacaktır, ancak bunun bedeli daha yüksek fiyatlar, daha az işbirliği, küçülen ekonomiler ve karşılıklı anlayışın azalması olabilir. Daha da vahimi, hızla yaklaşan bir sıcak askeri çatışma riski de bulunmaktadır. Washington, güvenlik adına ilişkileri koparırken, belki de en çok ihtiyaç duyduğu şeyi, yani karşılıklı anlayışı feda etmektedir.


Doların Konumu ve Yeni Dünya Düzeni

Şu anda ABD ile Çin arasında şiddeti artan bir soğuk savaş olduğu muhakkaktır. Trump öncesinde Demokratlar bu savaşı "düşük yoğunluklu" seviyede tutmaya ve Pekin'le iletişim kanallarını genişletmeye çalışırken, Trump "bam bam güm" tarzı bir yaklaşımla sert adımlar atmıştır. Trump'ın hedefleri (Çin'in yükselişini durdurmak gibi) Demokratların da paylaştığı hedefler olsa da, Trump'ın yöntemleri Çin'den çok ABD'ye zarar verebilecek niteliktedir.

Bahsedilmeyen ancak olası en büyük zarar ise hiç şüphesiz Amerikan dolarının dünya rezerv parası olarak konumunun sarsılması olabilir. Şu anda Amerikan doları, küresel finans sisteminde oldukça geniş bir kullanım alanına sahiptir. Ancak Çin ile yaşanan bu kapışma, doların kullanım alanını sınırlayabilir ve daraltabilir. Trump'ın hiçbir konuda Amerikan liderliğinin sorumluluğunu taşımak istememesi ve bütün dünyaya meydan okur tarzda hareket etmesi, bu riski artırmaktadır. Dünyanın rezerv parasını basan bir ülke, gümrük duvarlarını bu kadar yükseltemez. Zira gümrük duvarları bu denli yükseltildiğinde, rakipler ve alternatifler mecburen ortaya çıkmaya başlar.


Sonuç: Batı'nın Çatışması ve Küresel Belirsizlik

ABD ile Çin arasındaki gerilim, basit bir ticaret veya savunma bütçesi meselesi olmaktan çok öte, derin ideolojik ve siyasi farklılıkları barındırmaktadır. Batı dünyası adeta "çatır çatır" ikiye bölünmekte, bu da Batı'nın kendi iç mücadelesi anlamına gelmektedir. Bu süreçten hem Avrupa hem de Amerika zarar görecek gibi görünmektedir. Ayrıca, her iki kıtada da toplumsal çatışmaların ve kaotik mücadelelerin yaşanma riski bulunmaktadır.

Trump yönetiminin Çin'e yönelik agresif "ayrışma" stratejisi, küresel sistemi derinden etkileyecek sonuçlara yol açma potansiyeline sahiptir. Ekonomik bağımlılıkların göz ardı edilmesi, diplomatik kanalların tıkanması ve ideolojik ayrışmanın derinleşmesi, dünya üzerindeki belirsizliği artırmaktadır. Doların rezerv para birimi konumunun sarsılması ve küresel ticaretin yeniden şekillenmesi, uluslararası ilişkilerde yeni bir dönemin habercisi olabilir. Bu yeni soğuk savaşın, uluslararası sistemin temel yapılarını nasıl dönüştüreceği ve küresel güç dengesini ne yönde etkileyeceği, önümüzdeki yılların en önemli sorusu olmaya devam edecektir.


Prof. Dr. Sedat Laçiner, Güncel Yazılar
5 Haziran 2025


Bu konuda yazarın ilgili bir Youtube videosu için lütfen linki tıklayınız: Yeni Soğuk Savaş: ABD ve Çin








English Version of the Article

The Emerging Cold War Between the United States and China: Reshaping the Global Order

By Prof. Dr. Sedat Laçiner

Abstract: This article examines the escalating tensions between the United States (US) and the People's Republic of China (PRC), characterizing the current dynamic as a "new cold war." It argues that the post-World War II liberal world order, led by the US, is struggling to maintain its hegemony, with China emerging as the primary contender for global leadership. The article analyzes the aggressive "decoupling" policies of the Donald Trump administration towards China, including trade wars, technological restrictions, and visa limitations for students. It evaluates the potential consequences of these measures on global supply chains, diplomatic relations, and economic interdependencies. The article posits that Trump's decoupling strategy risks isolating the US on the global stage and undermining the US dollar's status as the world's reserve currency. Furthermore, it delves into the ideological dimensions of this rivalry and the potential for a hot conflict.


Keywords: US-China relations, Cold War, Global Order, Donald Trump, Trade Wars, Technology War, Ideological Divergence, Global Supply Chain, Dollar's Status.


Introduction: The Old Order Crumbles, A New One Yet to Be Born?

The international system has consistently undergone periods of transformation and restructuring throughout history. The liberal world order, established after World War II and shaped by the leadership of the United States (US), faces significant challenges today. One of the most salient of these challenges is the growing economic and geopolitical influence of the People's Republic of China (PRC), which has prompted a re-evaluation of the US's leading position. The adage, "the old order is crumbling, a new order is yet to be born," aptly encapsulates this transitional period. As the architect and hegemon of the former order, the US struggles to maintain its global leadership, while China emerges as the most prominent contender for this role.

The rivalry between the US and China existed long before Donald Trump's presidency. However, with Trump's ascent, this competition escalated to a qualitatively different level, transforming into what can readily be termed an "intense cold war." While the potential for this cold war to devolve into a hot conflict remains uncertain, both sides are engaged in displays of power, issuing challenges, and exhibiting a palpable sense of rising competition. This article will analyze the Trump administration's "decoupling" strategy towards China, examining its instruments and potential ramifications within the core conceptual framework of international relations.


The Trump Administration's "Decoupling 2.0" Strategy

A hallmark of Donald Trump's foreign policy approach has been his aggressive moves to sever economic, educational, commercial, and other ties with China. This strategy, termed "decoupling" during his first presidential term, has evolved into a far more aggressive and belligerent "decoupling 2.0" vision for a potential second term. The underlying objectives of this approach are to eliminate US dependence on China and, concurrently, to impede China's global ascendancy.

The measures implemented by the Trump administration against China span a broad spectrum, ranging from the imposition of record-high trade tariffs to visa restrictions for Chinese students and the prohibition of critical technology sales (such as semiconductors and aerospace components) to China. Notably, the anxieties of hundreds of thousands of Chinese university students, facing visa cancellations and deportation fears, underscore the human dimension of this strategy. Officials justify these actions as a "national security matter," arguing that students, particularly those in critical fields and with alleged ties to the Chinese Communist Party, pose a potential threat to US interests. However, concrete criteria for defining these ties or identifying genuine threats remain conspicuously absent. During Trump's first term, a simple tip-off could suffice for deportation, highlighting a "witch hunt" mentality that has now also targeted Chinese students.

Critics argue that this approach is harsh, abrupt, risky, and potentially counterproductive. Considering that over 11,000 American students were studying in China before the COVID-19 pandemic, the current figure of merely 800 vividly illustrates the strained relations in the educational sphere. Conversely, Chinese students have long been a crucial financial resource for American universities, contributing to research and infusing talent into laboratories. The presence of over 270,000 Chinese students in the US raises concerns that cutting off this flow could severely impact America's scientific and research capabilities. MAGA supporters, however, express apprehension that Chinese students are acquiring and transferring US scientific secrets and "know-how" back to their home country.


Trade Wars and Their Impact on Global Supply Chains

One of the most prominent dimensions of the US-China cold war is the escalating trade war. Despite remaining robust even during the COVID-19 pandemic, trade relations have been severely threatened by the Trump administration. The imposition of tariffs reaching up to 145% on Chinese goods in April, followed by China's retaliatory tariffs of up to 125%, holds the potential to profoundly disrupt the global economy. Although these tariffs were subsequently reduced to 30%, leading to a temporary truce and the initiation of negotiations, economists warn that such tit-for-tat sanctions could cripple global supply chains and lead to exorbitant price increases for American consumers.

Trump and his team assert that this strategy aims to revitalize American manufacturing and reshore production to the US. However, there has been no concrete evidence of new factories being established in the US as a direct result of these policies. Critics contend that "decoupling" from China can only be effectively achieved through a collective strategy in collaboration with allies. Nevertheless, the Trump administration has consistently opted for a unilateral and unyielding approach.

Notably, the European Union has pursued a different path. EU leaders have adopted a "de-risking" strategy with China, focusing on mitigating risks in sensitive sectors rather than complete decoupling. This divergence highlights the unraveling of the long-standing US-European foreign policy alignment that has characterized the West for decades. More critically, Trump's ambition to decouple from China has seemingly led to him targeting not just China, but virtually the entire world. While the Biden administration attempted to draw countries like Vietnam, Thailand, and India away from China, Trump's imposition of record-high tariffs on almost all nations exacerbates the grievances of countries like China and risks isolating the US on the global stage.


Diplomatic Costs and the Challenges of Economic Interdependencies

Educational exchange programs and person-to-person interactions have long served as an unofficial communication channel between the US and China. Until recently, Chinese students studying in the US were considered vital elements in strengthening relations and fostering strong ties between the two nations. However, the severing of these connections fuels distrust between the parties, and international relations scholars often caution that such ruptures can be precursors to hot conflicts.

The US's outsourcing of low-value manufacturing to China and similar countries over 30-40 years has resulted in a deep integration through globalization. While industries like textiles were offshored to "third-world countries," high-profit technology production and highly skilled labor-intensive design work thrived in the US. However, during this period, China significantly enhanced its manufacturing capabilities in both quantity and quality, progressively catching up to the US. While Trump's desire to reverse the globalization process is understandable, abrupt, sharp, and often ill-conceived actions carry the potential to inflict substantial damage on the US economy.

Numerous American companies operate production facilities in China or source their sub-components from there. China's share of US imports in both manufactured and consumer goods is exceptionally high, exceeding 80% for some products. Last year, bilateral trade between the two countries approached $600 billion. Although two-thirds of this trade comprised imports from China, it is crucial to remember that not everything the US purchases from China is a finished consumer good; a significant portion consists of intermediate goods used in production. Furthermore, not all imported products are sourced from Chinese firms; many are manufactured or contracted by American companies. In such a colossal bilateral trade relationship, raising tariffs to a level that effectively halts trade could severely harm the US economy. Indeed, complaints are already emerging from both consumers and producers in American markets, with the potential for significant inflationary pressures in the coming months.

Another facet of the economic cold war is China's dominance in certain critical elements and components. China has already begun to implement measures to restrict or ban exports of these items to the US, which could cripple American firms. This suggests that Trump's advisors may not have adequately researched this area. If the Trump administration continues on this path, the US may indeed reduce its reliance on China, but at the cost of higher prices, less cooperation, shrinking economies, and diminished mutual understanding. More ominously, there is a risk of a rapidly approaching hot military conflict. In its pursuit of security through severed ties, Washington may be sacrificing precisely what it needs most: mutual understanding.


The Dollar's Position and the New World Order

It is undeniable that an intensifying cold war is currently underway between the US and China. While the pre-Trump Democratic administrations sought to maintain this competition at a "low-intensity" level and expand communication channels with Beijing, Trump has adopted a more aggressive, "bam-bam-boom" approach. Although many of Trump's stated objectives (such as curbing China's rise) are shared by Democrats, his methods risk inflicting more harm on the US than on China.

A significant, yet often overlooked, potential consequence is the undermining of the US dollar's status as the world's reserve currency. Currently, the US dollar enjoys widespread use across the global financial system. However, the confrontation with China could restrict and narrow the dollar's sphere of influence. Trump's unwillingness to shoulder the responsibilities of US global leadership and his confrontational stance towards the entire world amplify this risk. A country that issues the world's currency cannot afford to erect such high trade barriers. When customs walls are raised to such an extent, competitors and alternatives are inevitably compelled to emerge.


Conclusion: The West's Internal Conflict and Global Uncertainty

The escalating tensions between the US and China transcend mere trade or defense budget disputes; they are rooted in profound ideological and political divergences. The Western world appears to be "cracking" and dividing into two distinct camps, signifying an internal struggle within the West itself. This process is likely to inflict damage on both Europe and the US. Moreover, there is a tangible risk of social unrest and chaotic conflicts emerging within both continents.

The Trump administration's aggressive "decoupling" strategy towards China holds the potential to profoundly reshape the global system. The disregard for economic interdependencies, the obstruction of diplomatic channels, and the deepening ideological divide are exacerbating global uncertainty. The potential erosion of the dollar's reserve currency status and the reconfiguration of global trade could herald a new era in international relations. How this new cold war will transform the fundamental structures of the international system and affect the global balance of power remains the most critical question for the years to come.

By Prof. Dr. Sedat Laçiner, Current Essays
5 June 2025



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İran ve Rusya: İnsansız Hava Araçlarıyla Gelen Dostluk

Üniversiteleri ve Göçmenleri Trump Korkusu Sardı: Eyvah Trump Geliyor!

Ukrayna Neden Önemli?